24 Aralık 2021 Cuma
Ömer Hayyam / Harold Lamb
9 Aralık 2021 Perşembe
İnsanın Anlam Arayışı / Victor E. Frankl
Kitabın Adı: İnsanın Anlam Arayışı
9 Ekim 2021 Cumartesi
Zacharius Usta / Jules Verne
Yazarı: Jules Verne
Yayınevi: İş Bankası Yayınları
Sayfa Sayısı: 49
Çok kısa sürede okuyup bitirebileceğiniz, kısacık ama dolu dolu bir hikayeyle geldim bugün karşınıza. Zacharius Usta...
Zacharius Usta, ürettiği saatlerle Cenevre şehrinde adından söz ettiren çok ünlü bir saat ustasıdır öyle ki ünü İsviçre sınırlarını aşıp Fransa ve Almanya'ya kadar ulaşmıştır. Zacharius Usta, saatlerini çok ince bir işçilikle yapmakta ve bu saatler asla bozulmamaktadır. Fakat bir gün her şey değişir ve yaptığı saatler bozuldukları gerekçesiyle bir bir ustaya iadeye getirilir. Zacharius Usta, kendi eliyle yaptığı bu saatleri ne yaparsa yapsın bir türlü çalıştıramayınca kibri ile karşı karşıya kalır ve ''Tanrı sonsuzluğu yarattıysa ben de zamanı yarattım.'' deme noktasına kadar gelir. Ustamız bu noktaya geldikten sonra onun kibir denilen bu duyguyla başa çıkıp çıkamadığını merak ediyorsanız sizleri kitabı okumaya davet ediyorum.
Not: Bir sonraki kitabımız Victor E. Frankl'dan İnsanın Anlam Arayışı ile en kısa zamanda görüşmek dileğiyle. Sağlıcakla kalın...
6 Ekim 2021 Çarşamba
MADALYONUN İÇİ Bir Psikiyatristin Not Defterinden / Gülseren Budayıcıoğlu
Kitabın Adı: MADALYONUN İÇİ Bir Psikiyatristin Not Defterinden
13 Eylül 2021 Pazartesi
AMAT / İHSAN OKTAY ANAR
Kitabın Adı: Amat
Yazarı: İhsan Oktay Anar
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa Sayısı: 239
Amat, İhsan Oktay Anar'ın 2005 yılında İletişim Yayınlarından çıkan kitabı. Yazarın 7 yıl aradan sonra yayınlanan ilk eseriymiş. Benimse yazarın okuduğum ikinci kitabı bundan önce Puslu Kıtalar Atlası'nı okumuş ve çok beğenmiştim. Sayfamda da kitapla ilgili görüşlerimi paylaşmıştım. Eğer okumadıysanız o yazımı da okumanızı tavsiye ederim. İhsan Oktay Anar, yazar kimliğinin yanında felsefeci kimliğini de taşıdığı için yine bu eserinde de bu havayı bol bol soluyoruz.
Eser muhakkak yazarın kıymetli eserlerinden birisi ama buna rağmen kitabın akışı bana çok fazla hitap etmediği için şahsen ben kitabı okurken zaman zaman sıkıldım ama dediğim gibi bu eserin kalitesinden kaynaklı değil sadece tarzının bana yakın olmayışından kaynaklı bir durum. Öyle ki süreç içinde hikâyeden sıkılmış olmama rağmen kitabın insanı afallatan sonu iyi ki okumuşum demeye yeterli bir sebep aslında.
Eser, 17. yüzyılın sonlarında İstanbul'da geçmektedir. Amat isminde bir gemi Akdeniz'de iki Osmanlı gemisini batıran Avrupalı korsanlarla mücadele etmek için bizzat hükümet tarafından görevlendirilmiştir. Gemiye katılım gönüllülük esaslıdır ve toplanan mürettebat içerisinde türlü türlü özelliklere sahip kişiler vardır. Hikâyenin seyri içerisinde yeri geldikçe bu kişilerin özellikleri ile tanışıyoruz ve hepsinin karakterinin ciddi anlamda düşünülerek yazıldığını farkediyoruz. Mürettebat tamamlandıktan sonra gemide yola çıkmak için bir telaştır başlar gemiciler bu konuda aceleci davranmaktadırlar çünkü gün pazartesidir ve en geç bugün yola çıkmaları gereklidir aksi hâlde salı gününe kalacaklardır ki bu gemicilere göre büyük bir uğursuzluktur çünkü onlara göre salı kan günüdür. Âdem peygamberin oğlu Kabil, öz kardeşini bir salı günü öldürmüştür. Havva anamız bir salı günü âdet görmüştür. Yine Firavun'un karısı Hz. Asiye ve Zekeriyya Aleyhisselam salı günü ölmüşlerdir. Bu yüzden pazartesi gün batmadan yola çıkmak için bir hayli acele ederler ama ne yazık ki gün bitmiş sabah ezanı okunmuştur. İşte bundan sonrası asıl hikâyenin başladığı yer, salı günü yola çıkmak zorunda kalan Amat ve mürettebatın enteresan yolculuğuna katılan herkese keyifli okumalar diliyorum...
Not: Bir sonraki kitabımız Gülseren Buğdaycıoğlu'ndan Madalyonun İçi ile en kısa zamanda görüşmek dileğiyle sağlıcakla kalın...
10 Ağustos 2021 Salı
Balıkçı ve Oğlu / Ömer Zülfü Livaneli
Kitabın Adı: Balıkçı ve Oğlu
Yazarı: Ömer Zülfü Livaneli
Yayınevi: İnkılap Yayınevi
Sayfa Sayısı: 140
''Yıllardır kafamda olan bir hikâye. Deniz romanı yazmak, balıkçı romanı yazmak hikâyesi ta çocukluğuma kadar gidiyor. Çünkü büyük bir Hemingway hayranı olarak ezberlemiştim ben o kitabı hatta onun da etkisiyle evden kaçmış, iki ay balıkçılık yapmışlığım var on dört yaşında, on beş yaşında iken. Dolayısıyla büyük bir tutkuydu. Böyle bir roman yazmak istiyordum...'' Zülfü Livaneli kendisiyle yapılan bir röportajda Balıkçı ve Oğlu'nu yazma hikâyesini bu sözlerle dile getiriyor.
Balıkçı ve Oğlu, Zülfü Livaneli'nin okuduğum ikinci kitabı, bundan önce Huzursuzluk romanını okumuştum ve kitap Ortadoğu'nun asırlardır kapanmayan yarasına parmak basıp bize burnumuzun dibinde olanları yeniden hatırlatması bakımından çok hoşuma gitmişti. Kitabı okuduktan sonra böylesine toplumsal bir sorunun aslında pek çok yazar tarafından işlenmediğini fark ettim ve yazarın yaptığı iş bir kez daha hoşuma gitti. Hemen hemen aynı hisleri bu kitap için de taşıyorum çünkü yazarımız yine toplumsal meselemiz hâline gelen bir kaç hususu gerçekten içimize işleyecek şekilde bizlere sunmuş.
Eserde, Ege köylüsü olan ve balıkçılık yaparak geçimlerini sağlayan Mustafa ve eşi Mesude'nin hayatları, Mustafa'nın denizde Afgan mülteci bir bebek bulması ile değişiyor. Kendi çocukları Deniz'i, balığa gittikleri bir gün çıkan fırtına sonrası aniden kaybeden bu çift için Afgan bebek, hiç beklenmeyen bir hediye oluyor. Hikâyenin bu kısımlarında yazar; annelik, babalık, evlat acısı duygularını yoğun olarak işliyor ama burada değinilen esas mesele mülteci meselesi...
Mülteci meselesi, sürekli can yakan bir mesele olarak dipdiri karşımızda duran gerçeklerden birisi. Öyle ki daha çok yakın bir tarihte düzensiz göçmenleri taşıyan botun batması nedeniyle cansız bedeni sahile vuran Aylan bebeği unutabilenimiz var mı... Aylan bebek her ne kadar göçmenlerin sembolü hâline gelmiş olsa da aslında daha nice Aylan bebeklerin olduğunu da biliyoruz.
Yazarın işlediği tek konu mülteci meselesi değil, hikâyenin ağırlığı bu yöne olsa da kitap çok hacimli olmamasına rağmen yazarın sayfa aralarına sıkıştırdığı başka bir mesele daha var. Rant hırsıyla kıyılara saldıran büyük şirketlerin kurdukları yapay balık çiftlikleri ile hem orada senelerden beri balıkçılık yaparak geçimlerini sağlayan insanların düzeninin hem de ekolojik dengenin bozuluşuna kısa da olsa değinmeden geçmemesi yine benim hoşuma giden bölümlerden birisi oldu.
Eser öyle çok hacimli bir kitap değil olaylar hızlı hızlı bir çırpıda yaşanıyor, yazar ne anlatacaksa bir solukta anlatıp bir kaç sayfada geçiveriyor. Bu yüzden de okurken bir roman okuyormuş gibi değil de sanki uzun bir hikâye okuyormuş gibi hissedilebiliyor. Ben bazı zamanlar kitap okumak istiyorum ama muhtemelen öncesinde okuduğum kitaptan yorulmuş oluyorum ve beni biraz dinlendirecek bir şeyler arıyorum. Okuyacağım kitap hem bana bir şeyler katsın hem de kolay okunsun istiyorum böyle zamanlarınız sizin de oluyorsa eğer bu kitabın tam da böyle zamanlarda okunacak bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bence işlenen konu hoşunuza gidecek ve yorulmadan okuyacaksınız. Okuyacak olanlara şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Not: Bir sonraki kitabımız İhsan Oktay Anar'dan Amat ile en kısa zamanda görüşmek dileğiyle sağlıcakla kalın...
1 Ağustos 2021 Pazar
Çavdar Tarlasında Çocuklar / J. D. Salinger
24 Temmuz 2021 Cumartesi
İnce Memed I / Yaşar Kemal
6 Temmuz 2021 Salı
İki Şehrin Hikayesi / Charles Dickens
Kitabın Adı: İki Şehrin Hikâyesi
Yazarı: Charles Dickens
Yayınevi: İş Bankası Yayınları
Sayfa Sayısı: 508
İki Şehrin Hikâyesi Charles Dickens'ın 1859 yılında gazetelerde tefrika edilmek üzere yazdığı ve konusu Fransız İhtilali sırasında Londra ve Paris'te geçen bir dizi olayı anlatan tarihî romanlarından bir tanesidir.
14 Haziran 2021 Pazartesi
Beyaz Zambaklar Ülkesinde / Grigory Petrov
Kitabın Adı: Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Yazarı: Grigory Petrov
Yayınevi: Antik Dünya Klasikleri
Sayfa Sayısı: 124
Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde Rus yazar Grigory Petrov tarafından 1923 yılında kaleme alınmıştır. Eser Grigory Petrov'un çeşitli aralıklarla çıkmış olduğu Finlandiya seyahatlerindeki notlarından oluşmaktadır. Eser hakkında az çok fikri olan herkesin bildiği gibi yazar bu kitabında küçük ve geri kalmış bir sömürge ülkesi olan Finlandiya'nın, eğitim ve kültür hamlesi ile kısa süre içinde nasıl kalkındığını anlatır. Eser kısa sürede pek çok dile çevrilerek dünyanın her yerine yayılmıştır. Türkçeye ise ilk defa 1928 yılında çevrilmiş ve tarihimizde en çok çevrilen ve baskısı yapılan yabancı kitaplar arasına girmiştir. Kitabın Türkçeye çevrildiği dönem Atatürk dönemidir. Atatürk kitabı okuduğunda kitabın ülkedeki okulların özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretmiştir. Fin milleti için devrim niteliğinde olan bu gelişimi en iyi şekilde anlayabilmek için Fin milletinin tarihi tekamülüne bir göz atmak lazım. Kitabın bölümlerinden biri olan SUOMİ'NİN TARİHİ kısmında bu süreç kısa ve öz bir şekilde okuyucuya sunulmuştur ben de bu kısımdan yaptığım alıntıyla bu konuyu aydınlatmak istiyorum.
''Fin milletinin hayatında, özellikle, belli başlı şu iki şeyin anlatılması gereklidir: Birincisi Rus İhtilaline, yani 1917 yılına kadar Finlerin bağımsız bir hayat yaşamamış olmaları, ikincisi de, bu milletin içinden tek bir büyük insanın yetişmemiş olmasıdır. Finlerin sahip oldukları büyük kültür ve medeniyet, bu milletin, her bir ferdinin büyük bir gayret ve azimle çalışmasının neticesinde oluşmuştur.
Fin'ler Rusya'nın kuzey batısındaki en son köşeyi işgal ederler. Öte yandan Finlandiya İsveç'e de bitişiktir.1811 yılına kadar İsveç'in sömürgesi olarak yaşamışlardır. O yıllarda İsveç'lilerin Fin'lere karşı davranışları, Avusturyalıların Voyvodina'daki ve Bosna Hersek'teki Sırplara karşı giriştiği kötü muameleler gibiydi. Bütün yönetim birimleri, ticâri müesseseler, fabrikalar ve okullar hatta kiliseler bile İsveçlilerin elinde idi. Bütün idâri memurlar, hakimler, subaylar, rahipler ve öğretmenler İsveçliler'den seçilirdi. İsveçliler kendilerini yüksek bir medeniyetin mensubu olarak gördüklerinden Finleri her zaman aşağılarlar ve onlara hep aşağılık bir ırkmış gibi davranırlardı. Finler, İsveçlilerle aynı siyasî haklara sahip olmakla beraber düşünce, ekonomi ve ahlaki yönden geri bırakılmışlardır.
Bu olumsuzlukların hepsinin, Fin milletinin kültür yönünden ilerlemesine ayrı ayrı tesiri olmuştur. 18. yy. sonlarına ve hatta 1840 yıllarına kadar Fin kültürü, havasız bir mahzende yetişen bir çiçek gibi zayıf ve soluktu. O zamanlar Finliler biraz okumak ve yazmaktan başka birşey bilmezlerdi.
1808 yılında Rusya ile İsveç arasında yapılan savaşta, Rusya Çarı I. Aleksandr ordusuyla Finlandiya'nın yarısını aldıktan sonra, Finlerin Borgo şehrinde bir ''seyim'' yani Fin millet meclisini toplamış ve bütün Buomların temsilcilerinden oluşan meclise şu soruyu sordurmuş: ''Bundan böyle yine İsveçlilerin idaresi altında mı kalmak istersiniz, yoksa iç işlerinizde bağımsız kalmanız şartıyla Rus idaresine mi geçmek istersiniz? Fin milletinin temsilcileri Rusya'ya katılmayı kabul etmişlerdir. Bunun üzerine Çar I. Aleksandr da, Finlerin İsveç idaresi zamanından kalma anayasalarına bağlı kalacağına yemin etmiştir... İç işlerinde bağımsızlık kazanan Finler, kendilerine özgü kültür ve medeniyeti ilerletme imkanı buldular. Rus işgalinden sonra da İsveç halkının büyük bir kısmı Finlandiya'da kalmayı tercih ettiler. Fakat bunlar artık ülkenin eski sahipleri ve hakimleri değildiler. Bunlar da, yeni vatan saydıkları Finlandiya'nın kültür yönünden ilerlemesi için, büyük bir gayretle çalışmaya başladılar. İlk başlarda, kültür yönünden ülkenin ilerlemesi için çalışanların sayısı sınırlıydı. Bu dönemde Finlerin aydın sayılabilecek gençlerinin, öğretmen ve rahiplerinin sayısı parmakla sayılabilecek kadar azdı. Fakat bu durum, aydınların güçlerinin yok olmasına değil bilakis artmasına sebep olmuştur.''
İşte bu süreç sonrasında Fin kültürünü, medeniyetini yükseltmek isteyenlerin başına Snelman adında bir zat geçmiştir ve hem kendisi hem arkadaşları Bataklıklar ülkesi Finlandiya'yı yılmadan çalışmak suretiyle Beyaz Zambaklar Ülkesi'ne çevirmişlerdir.
Nitekim günümüzde Finlandiya yüksek yaşam standartları ve eğitim sistemi ile tanınırlığa sahip dünyanın en yaşanabilir ülkelerinden bir tanesidir ve bu şekilde anılmayı da bütün toplum olarak gösterdikleri üstün çabaya sahiptirler.
Hayattaki rolü ne olursa olsun, hangi yaşta, hangi meslekte veya konumda olursa olsun her insanın mutlaka okuması gereken bir eserle karşı karşıyasınız. Kim okursa okusun bu eserden kendisine bir ders çıkaracaktır mutlaka. Bir anne iseniz mutlaka okuyun. Bir baba iseniz mutlaka okuyun. Bir eş iseniz mutlaka okuyun. Bir yönetici iseniz mutlaka okuyun. Bir asker, bir doktor, bir öğretmen, bir çiftçi, bir öğrenci iseniz mutlaka okuyun. İçinde yaşadığınız toplumun, ülkenin daha iyi şartlara sahip olmasını isteyen bir birey iseniz mutlaka okuyun.
İnsan bu kitabı okuyunca ister istemez kendi içinde yaşadığı ülkeyi, toplumu aklından bir geçirmiyor değil hani. Zaman zaman hepimiz ülke ekonomisinden, eğitim sisteminden yaşam koşullarımızın istediğimiz standartlarda olmayışından sızlanıyoruzdur illaki. Peki bunun değişmesi için herhangi bir çaba gösteriyor muyuz? Finlandiya dediğimiz ülke bataklık olarak anılmaktan çıkıp bugün beyaz zambaklar ülkesi diye anılıyorsa bunun bir bedeli oldu mutlaka bizler de o bedeli ödemeye hazır mıyız?
Eser her ne kadar Finlandiya'nın nasıl bugünkü Finlandiya olduğunu anlatıyor olsa da aslında kitaba sadece bir milletin tarihini anlatan eser gibi bakılmamalı. Devletlerin bu kitaptan alacakları ilham bir yana, bir birey olarak biz insanlara da yol gösterdiğini düşünüyorum bence her insanın bir idealinin olması gerektiğini bizlere hatırlatan çok kıymetli bir eser Beyaz Zambaklar Ülkesinde. Kaldıki elbette kimse bir anda tek başına toplumsal bazda şikayet konusu olan bir durumu düzeltemez bunun için toplumsal birlik ve beraberliğin sağlanması gereklidir ama en azından bir şeyler olsun bir şeyler değişsin istiyorsak bunu haketmemiz gerekir bunun için de kendi kapımızın önünü süpürme zahmetinde bulunmalı ve her ne ile meşgul isek onu en doğru en dürüst en güzel hâliyle yapıyor olmalıyız ki bir şeylerin güzelleşmesini beklemeye, istemeye hakkımız olsun diye düşünüyor ve bu güzel eseri en kısa sürede okumanızı tavsiye ederek yazıma burada son veriyorum. Sağlıcaklakalın.
Not: Bir sonraki kitabımız Charles Dickens'in İki Şehrin Hikâyesi ile en kısa zamanda görüşmek dileğiyle...
23 Mayıs 2021 Pazar
Saatleri Ayarlama Enstitüsü / Ahmet Hamdi Tanpınar
15 Mayıs 2021 Cumartesi
Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar
Kitabın Adı: Puslu Kıtalar Atlası
Yazarı: İhsan Oktay Anar
Yayın Evi: İletişim Yayınları
Sayfa Sayısı: 238
Puslu Kıtalar Atlası İhsan Oktay Anar'ın yayınlanmış ilk romanıdır. Eser, ilk kez 1995'te İletişim Yayınları tarafından basılmış olup günümüze kadar tazeliğini korumayı başaran eserlerden birisi olmuştur.
Yazar, eserini gerçek dünya ile kurmaca dünya arasındaki sınırların kaldırıldığı edebiyatta üst kurmaca olarak adlandırılan bir teknikle kaleme almıştır. Eser, en genel tabirle felsefî roman diyebileceğimiz bir sınıflamaya tâbi tutulabilir bunun en büyük nedeni de şüphesiz yazarın aslında bir felsefeci olmasından kaynaklı. Nitekim yazarın bu kimliğini biliyor olmamız eseri bizim için daha anlaşılır kılmakta. Puslu Kıtalar Atlası kısa bir özetle açıklanması ve anlatılması zor bir eser fakat benim amacım da zaten kitabın özetini çıkarmak değil sizde kitaba dair merak uyandırmaya çalışacak bir kaç cümle yazabilmek.😉
Roman 17. yy. İstanbul'unda geçmektedir. Bütün hikâye korsan olan Arap İhsan'ın yeğeni Uzun İhsan Efendi'yi ziyaret etmesi ile başlar. Uzun İhsan Efendi'nin adını geçirmişken hemen burada şunu belirtmek istiyorum yazar kendisi ile Uzun İhsan Efendi arasında bir ilişki kurmuş daha doğrusu Uzun İhsan Efendi ile kendisini romana dahil etmiş böylece kurgudaki gerçekliği alt üst etmiş ve bir üst kurmaca yapmıştır.
Eserin karakter yelpazesi oldukça geniş olmakla beraber asıl hikâye genel olarak birkaç karakter etrafında şekillenmektedir. Bu karakterlerin en önemlileri Uzun İhsan Efendi ve onun oğlu Bünyamin'dir. Uzun İhsan Efendi bir dünya atlası hazırlamanın hayalini kuran ama dünyayı gezerek bunu yapmaya cesaret edemeyen birisi olduğu için bunu uykularında yapan karakterimiz. İçtiği yeşil uyku şurubu ile derin uykulara dalmakta bu sırada ruhu bedeninden ayrılıp dünyayı gezmekte ve kendisi uyandığı zaman gördüklerini bir deftere kaydederek hayalini kurduğu atlası hazırlamaktadır. Dayısı Arap İhsan'ın çevirisini yaptırmış olduğu bir kitabı okuduktan sonra gerçekliğin doğası üzerine düşünmeye başlar ve eser boyunca biz okuyuculara da aynı sorgulamayı yaptırır. Nitekim bahsini ettiğim bu kitap Descartes'in ''Yöntem Üzerine Konuşma'' isimli kitabıdır. Hepimizin Descartes'e ait olduğunu bildiğimiz ''Düşünüyorum öyleyse varım.'' teorisini başka bir düşünme biçimiyle ele alıp bizi de bu düşünce çarkının içine dahil etmeyi başarmıştır. Oğlu Bünyamin bir sebeple evden ayrılmak için babasından izin istediği zaman ona izin verir ve rehber olması için hazırlamış olduğu atlasını oğluna vererek ne zaman başı sıkışırsa bu atlasa bakmasını tembihler. Nitekim Bünyamin evden ayrıldıktan sonra yaşadığı olaylar karşında ona yol gösteren ve içinde bulunduğu zor durumlardan onu kurtaran hep bu atlas olmuştur. 17. yy.'ın İstanbul'unda yer yer dilenciler dünyasına yer yer meyhanelerin curcunasına dahil olduğumuz eser işte tam anlamıyla bu aşamadan sonra başlamakta ve bizi tarihî, felsefî, edebî ve bol eğlenceli bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Ben bu yolculukta çok eğlendim sizlerin de aynı keyfî yaşamasını temenni ediyor ve yazıma burada son veriyorum umarım okuyan herkes için faydalı bir yazı olmuştur. Sağlıcaklakalın...
Not: Bir sonraki kitabımız Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile en kısa zamanda görüşmek dileğiyle.
5 Mayıs 2021 Çarşamba
Neden Yazıyorum
Yaşar Kemal /İnce Memed II
Kitabın Adı: İnce Memed II Yazarı: Yaşar Kemal Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları Sayfa Sayısı: 459 Uzun zamandır bloğumla ilgilenemedim. ...

-
Kitabın Adı: Ömer Hayyam Yazarı: Harold Lamb Yayınevi: Kaknüs Yayınları Sayfa Sayısı: 304 Merhaba, bugün biyografik roman sayılabilece...
-
Kitabın Adı: Elveda Gülsarı Yazarı: Cengiz Aytmatov Yayınevi: Ötüken Sayfa Sayısı: 231 Cengiz Aytmatov 12 Aralık 1928 tarihinde Kırgızi...