Kitabın Adı: Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Yazarı: Grigory Petrov
Yayınevi: Antik Dünya Klasikleri
Sayfa Sayısı: 124
Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde Rus yazar Grigory Petrov tarafından 1923 yılında kaleme alınmıştır. Eser Grigory Petrov'un çeşitli aralıklarla çıkmış olduğu Finlandiya seyahatlerindeki notlarından oluşmaktadır. Eser hakkında az çok fikri olan herkesin bildiği gibi yazar bu kitabında küçük ve geri kalmış bir sömürge ülkesi olan Finlandiya'nın, eğitim ve kültür hamlesi ile kısa süre içinde nasıl kalkındığını anlatır. Eser kısa sürede pek çok dile çevrilerek dünyanın her yerine yayılmıştır. Türkçeye ise ilk defa 1928 yılında çevrilmiş ve tarihimizde en çok çevrilen ve baskısı yapılan yabancı kitaplar arasına girmiştir. Kitabın Türkçeye çevrildiği dönem Atatürk dönemidir. Atatürk kitabı okuduğunda kitabın ülkedeki okulların özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretmiştir. Fin milleti için devrim niteliğinde olan bu gelişimi en iyi şekilde anlayabilmek için Fin milletinin tarihi tekamülüne bir göz atmak lazım. Kitabın bölümlerinden biri olan SUOMİ'NİN TARİHİ kısmında bu süreç kısa ve öz bir şekilde okuyucuya sunulmuştur ben de bu kısımdan yaptığım alıntıyla bu konuyu aydınlatmak istiyorum.
''Fin milletinin hayatında, özellikle, belli başlı şu iki şeyin anlatılması gereklidir: Birincisi Rus İhtilaline, yani 1917 yılına kadar Finlerin bağımsız bir hayat yaşamamış olmaları, ikincisi de, bu milletin içinden tek bir büyük insanın yetişmemiş olmasıdır. Finlerin sahip oldukları büyük kültür ve medeniyet, bu milletin, her bir ferdinin büyük bir gayret ve azimle çalışmasının neticesinde oluşmuştur.
Fin'ler Rusya'nın kuzey batısındaki en son köşeyi işgal ederler. Öte yandan Finlandiya İsveç'e de bitişiktir.1811 yılına kadar İsveç'in sömürgesi olarak yaşamışlardır. O yıllarda İsveç'lilerin Fin'lere karşı davranışları, Avusturyalıların Voyvodina'daki ve Bosna Hersek'teki Sırplara karşı giriştiği kötü muameleler gibiydi. Bütün yönetim birimleri, ticâri müesseseler, fabrikalar ve okullar hatta kiliseler bile İsveçlilerin elinde idi. Bütün idâri memurlar, hakimler, subaylar, rahipler ve öğretmenler İsveçliler'den seçilirdi. İsveçliler kendilerini yüksek bir medeniyetin mensubu olarak gördüklerinden Finleri her zaman aşağılarlar ve onlara hep aşağılık bir ırkmış gibi davranırlardı. Finler, İsveçlilerle aynı siyasî haklara sahip olmakla beraber düşünce, ekonomi ve ahlaki yönden geri bırakılmışlardır.
Bu olumsuzlukların hepsinin, Fin milletinin kültür yönünden ilerlemesine ayrı ayrı tesiri olmuştur. 18. yy. sonlarına ve hatta 1840 yıllarına kadar Fin kültürü, havasız bir mahzende yetişen bir çiçek gibi zayıf ve soluktu. O zamanlar Finliler biraz okumak ve yazmaktan başka birşey bilmezlerdi.
1808 yılında Rusya ile İsveç arasında yapılan savaşta, Rusya Çarı I. Aleksandr ordusuyla Finlandiya'nın yarısını aldıktan sonra, Finlerin Borgo şehrinde bir ''seyim'' yani Fin millet meclisini toplamış ve bütün Buomların temsilcilerinden oluşan meclise şu soruyu sordurmuş: ''Bundan böyle yine İsveçlilerin idaresi altında mı kalmak istersiniz, yoksa iç işlerinizde bağımsız kalmanız şartıyla Rus idaresine mi geçmek istersiniz? Fin milletinin temsilcileri Rusya'ya katılmayı kabul etmişlerdir. Bunun üzerine Çar I. Aleksandr da, Finlerin İsveç idaresi zamanından kalma anayasalarına bağlı kalacağına yemin etmiştir... İç işlerinde bağımsızlık kazanan Finler, kendilerine özgü kültür ve medeniyeti ilerletme imkanı buldular. Rus işgalinden sonra da İsveç halkının büyük bir kısmı Finlandiya'da kalmayı tercih ettiler. Fakat bunlar artık ülkenin eski sahipleri ve hakimleri değildiler. Bunlar da, yeni vatan saydıkları Finlandiya'nın kültür yönünden ilerlemesi için, büyük bir gayretle çalışmaya başladılar. İlk başlarda, kültür yönünden ülkenin ilerlemesi için çalışanların sayısı sınırlıydı. Bu dönemde Finlerin aydın sayılabilecek gençlerinin, öğretmen ve rahiplerinin sayısı parmakla sayılabilecek kadar azdı. Fakat bu durum, aydınların güçlerinin yok olmasına değil bilakis artmasına sebep olmuştur.''
İşte bu süreç sonrasında Fin kültürünü, medeniyetini yükseltmek isteyenlerin başına Snelman adında bir zat geçmiştir ve hem kendisi hem arkadaşları Bataklıklar ülkesi Finlandiya'yı yılmadan çalışmak suretiyle Beyaz Zambaklar Ülkesi'ne çevirmişlerdir.
Nitekim günümüzde Finlandiya yüksek yaşam standartları ve eğitim sistemi ile tanınırlığa sahip dünyanın en yaşanabilir ülkelerinden bir tanesidir ve bu şekilde anılmayı da bütün toplum olarak gösterdikleri üstün çabaya sahiptirler.
Hayattaki rolü ne olursa olsun, hangi yaşta, hangi meslekte veya konumda olursa olsun her insanın mutlaka okuması gereken bir eserle karşı karşıyasınız. Kim okursa okusun bu eserden kendisine bir ders çıkaracaktır mutlaka. Bir anne iseniz mutlaka okuyun. Bir baba iseniz mutlaka okuyun. Bir eş iseniz mutlaka okuyun. Bir yönetici iseniz mutlaka okuyun. Bir asker, bir doktor, bir öğretmen, bir çiftçi, bir öğrenci iseniz mutlaka okuyun. İçinde yaşadığınız toplumun, ülkenin daha iyi şartlara sahip olmasını isteyen bir birey iseniz mutlaka okuyun.
İnsan bu kitabı okuyunca ister istemez kendi içinde yaşadığı ülkeyi, toplumu aklından bir geçirmiyor değil hani. Zaman zaman hepimiz ülke ekonomisinden, eğitim sisteminden yaşam koşullarımızın istediğimiz standartlarda olmayışından sızlanıyoruzdur illaki. Peki bunun değişmesi için herhangi bir çaba gösteriyor muyuz? Finlandiya dediğimiz ülke bataklık olarak anılmaktan çıkıp bugün beyaz zambaklar ülkesi diye anılıyorsa bunun bir bedeli oldu mutlaka bizler de o bedeli ödemeye hazır mıyız?
Eser her ne kadar Finlandiya'nın nasıl bugünkü Finlandiya olduğunu anlatıyor olsa da aslında kitaba sadece bir milletin tarihini anlatan eser gibi bakılmamalı. Devletlerin bu kitaptan alacakları ilham bir yana, bir birey olarak biz insanlara da yol gösterdiğini düşünüyorum bence her insanın bir idealinin olması gerektiğini bizlere hatırlatan çok kıymetli bir eser Beyaz Zambaklar Ülkesinde. Kaldıki elbette kimse bir anda tek başına toplumsal bazda şikayet konusu olan bir durumu düzeltemez bunun için toplumsal birlik ve beraberliğin sağlanması gereklidir ama en azından bir şeyler olsun bir şeyler değişsin istiyorsak bunu haketmemiz gerekir bunun için de kendi kapımızın önünü süpürme zahmetinde bulunmalı ve her ne ile meşgul isek onu en doğru en dürüst en güzel hâliyle yapıyor olmalıyız ki bir şeylerin güzelleşmesini beklemeye, istemeye hakkımız olsun diye düşünüyor ve bu güzel eseri en kısa sürede okumanızı tavsiye ederek yazıma burada son veriyorum. Sağlıcaklakalın.
Not: Bir sonraki kitabımız Charles Dickens'in İki Şehrin Hikâyesi ile en kısa zamanda görüşmek dileğiyle...